Share This Article
Tarihi olayları anlatan filmler, zamana yayılmış gelişmeleri efektif bir şekilde izleyiciye sunabilmek için bazen artistik özgürlük kullanır ve sanki her şey peşi sıra meydana gelmiş yahut olaylar olduğundan daha dramatik biçimde yaşanmış gibi gösterir. Filmi izledikten sonra öğrenirsin ki aslında öyle son dakikada bir şeyler olmamış, ya da karakterler o kadar zirveye çıkmamış/dibi görmemiş… Maalesef dün Beşiktaş, Hollywood’un hiç kendini kasmadan perdeye aktarabileceği bir gün yaşadı. 2 Kasım 2025 Pazar, Beşiktaş’ın tarihine bir kara leke olarak geçmekle kalmadı, olaylar öyle bir tezahür etti ki hem abartılı kırılmalar oldu, hem de yaşananların mesuliyetinden kimsenin kaçamayacağı bir karabasana dönüştü. Beşiktaş artık ahlaken, moralman ve de muhtemelen finansal olarak da müflis bir camia. Bununla ne kadar hızlı yüzleşirsek, kendimize yalan atmayı ne kadar hızlı bırakırsak o kadar iyi.
Genel kurul ve ibra skandalı
Maç normal bir maç olsa dahi şu yazıya Sergen Yalçın’ın ilk 11 tercihleriyle başlanmazdı zaten, zira dün açık ve seçik bir şekilde hileli bir genel kurul yaşandı. Beşiktaş’ın mevcut yönetimi, ibra oylamasını kaybedeceğini anlayınca -katılımcıların yönetimi ibra edenler ve etmeyenler olarak bölündüğü resimler sosyal medyada mevcut, iki gözü bir beyni olan herkes bunu görür- daha önce şahit olunmamış bir ayak direme işine girişti. İbra eden ve etmeyenlerin oyları farklı türlü sayıldı, böylece Türkiye siyaseti tarihindeki “açık oy gizli sayım” skandalının bir benzeri yaşanmış oldu. Gene kongre salonuna Çevik Kuvvet geldi. Sanki başımızda yeterince dert yokmuş gibi muhtemelen burada bitmeyecek, usulsüzlüklerin mahkeme sürecine taşınacağı yeni bir girdap başlatılmış oldu. Hayır, Beşiktaş’ın mevcut yönetimi ortaya bir vizyon koymuş olsa ve bu vizyonun baltalanma riskine karşı böylesi bir diktatörleşme arzusu gütse gene bir kredi açılabilir: Başkan Serdal Adalı, gerek yakın zamanda katıldığı canlı yayın, gerek dünkü söylemleri gerekse göreve başladığı günden beri yaptığı tutarsızlıklar itibariyle öyle uzun vadeli bir plana falan sahip olmadığını da ispat etti zaten.
Gene ilk sallantıda darmadağın
Bu gelişmelerin gölgesinde başlayan, hatta tartışılabilir bir ilk 11’in tercih edildiği bir maçta ne kadar iyi bir 25 dakika geçirilebilirse o kadar iyi geçirdi Beşiktaş. Cerny daha önce yadırgadığı sol açık pozisyonunda ilk kontratakta asist yaptı, geçen hafta benzer pozisyonda kafayı dışarı vuran Bilal Toure bu sefer ağları gördü. 1-0’da gene geri çekilme refleksi gösterirken Orkun’un da itmesiyle defans öne çıktı, Emirhan sürpriz bir baskı yaptı, top kazandı, Toure ile verkaça girdi ve stoperden beklenmeyecek klasta bir bitiricilikle skoru 2-0’a getirdi. 22. Dakika itibariyle rakibinin neredeyse üçte biri kadar başarılı pas yapmış (50-133), topa %32 sahip olmuş fakat kaleyi bulan iki şuttan iki gol çıkarmış bir Beşiktaş, maçın geri kalanında zorlanacağını belli etmiş olsa da belki Konyaspor’a direndiği gibi direnebilirdi de… Bu hayal dört dakika sürdü tabii.
Bu sezon tartışmasız takımın en iyi ismi olan Orkun, sahadaki aşırı hırslı ve sakin kalamayan duruşunun yan etkisiyle kırmızı kartı gördü. Takım sahadaki liderini kaybetmenin şokundayken kenardaki lideri olan Sergen Yalçın da kırmızı kart gördü. O bocalama anında 10 kişi kalmanın gereği olan oyuncu değişiklikleri yapılmadı, zaten zayıf bir orta sahayla başlamış takım iyice zayıfladı orada. Bu da yetmezmiş gibi taraftar grubu sürekli korner atmaya giden Fenerbahçeli oyunculara su şişesi atıp ortamı daha da gerdi. Öyle ki Fenerbahçe, şu maçta Beşiktaş’a 5 atamadığı için, ikinci yarıda neredeyse 2-2’ye razı olacağı bir oyun oynadığı için kendini bir sorgulasın.
Masum değiliz, hiçbirimiz
Maçtan sonra herkes bir suçlu aradı tabii, doğal olarak da oklar Orkun’a döndü ama bu meselenin özünü ıska geçmekten başka bir şey değil. Futbol tarihi, sinirine hakim olamadığı için, yahut aptalca bir hata yapıp takımını başarıdan eden kaptanların ve yıldız isimlerin hikayeleriyle dolu. Zidane Materazzi’ye kafayı vurup Fransa’yı Dünya Kupasından etti, Suarez mütemadiyen insan ısırdı, Roy Keane Community Shield finalinde arkadan daldı vs. Orkun karakterinde futbolcuların böyle bir riski var. Bu Orkun böyle gereksiz bir kırmızı kart gördüğünde mazur görelim demek değil elbette, fakat Orkun kırmızı görünce bu kadar dağılmayacak bir takım olmanın yolu Orkunla yarışırcasına kırmızı kart görmeyip kenarda durmaya devam eden bir hocadan, rakibe su şişesi atmak yerine ev sahibi olduğunu hatırlayıp takımını motive tutan bir taraftar kitlesinden, sahada 10 kişi kalınca 11 kişilik koşacak bir oyuncu grubundan, ve de böyle bir derbi gününe utanç verici şaibelerin döndüğü bir genel kurul ayarlamayacak bir yönetimden geçiyor. Beşiktaş’ta şu an bunların hiçbiri mevcut değil. Burada bir aydır düzenli maç yazısı yazıyorum, her yazıyı “çok şükür kötü günler geride kaldı, artık önümüzde daha da kötü günler var” diye bitirmekten usandım artık.
Beşiktaş’ın önünde iki yol kaldı: Ya efsanevi bir şans silsilesi yakalayacağız, takımın morali toparlanacak, taraftar ilkokul çocuğu gibi o anın hazzıyla yaşamayı, istediği olmayınca -Önder Özen’in meşhur anlatımıyla- kağıdı buruşturmayı bırakacak ve biraz sabretmeyi öğrenecek, bu ortamda yönetim de katakulliyle uğraşmak yerine esas işine bakacak (tabii bunları yazarken dünyadaki bütün olasılıkların toplamı gelip beni silkeleyerek uyandırdı “kendine gel” diye), ya da satılacağız. Senelerdir ara ara gündeme gelen şey artık üç vakte kadar Beşiktaş’ın gerçekliği olacak şekilde ivmelendi. Bunu ciddi ciddi konuşmak ve düşünmek gerekiyor artık, bu cendereden çıkma iradesi gösterecek bir Allahın kulu yok şu camiada zira.