Share This Article
Maç öncesi ilk 11’ler açıklandığında Solskjaer’in bir sürprizi vardı; Beşiktaş’ın başına geçtiği günden beri ilk defa üçlü savunmayı tercih etmişti. Bunun birkaç sebebi olabilirdi.
Birincisi; Svensson’un sakatlığı nedeniyle Lozan’a götürülmemesi ve Taylan’ın takıma çok yeni katılmış olması. İkincisi; Jurasek’in üçlü savunmanın kanat beki olarak oynamaya daha yatkın olması, Rashica’nın da geriden alan bulduğunda daha etkili olma potansiyelinin bulunması ve kadroda yeterli sayıda ve nitelikte kanat oyuncusunun olmaması. Üçüncüsü; rakip Lausanne-Sport’un 4-3-1-2 formasyonuyla oynaması. Solskjaer, rakibin çift santrforuna karşı geride bir fazla olmak istemiş olabilir. Dördüncüsü ise Shakhtar ve St. Patrick’s eşleşmelerinde savunmada çok fazla açık verilmiş olması. Lausanne’in bir hayli atletik bir takım olduğunu da düşününce, Solskjaer geride ekstra bir savunmacı ve önlerinde Ndidi’yle takımın arkada daha sağlam durabileceğini düşünmüş olabilir.

Tüm bu sebeplerden ötürü Beşiktaş’ın dün gece üçlü savunmaya dönmesi mantıklı bir karar gibi görünüyordu. Ama futbolda verilen her teknik karar, takıma olumlu şeyler kattığı gibi, bazı şeylerden de eksilmenize neden olabiliyor. Hele ki bahsettiğimiz takım, Beşiktaş gibi ideal bir çözümü olmayan, ancak kötünün iyisinin mümkün olabildiği, kadrosunda hem birçok eksikliği hem de yapısal sorunları bulunan bir takımsa…
Örneğin, savunmasının merkezi birçok açıdan sorunlu olan bir takımın ekstra bir stoperle oynaması çoğu zaman bir karmaşa yaratabilir. Nitekim dün gece çok nadir gördüğümüz bir şekilde sol ayaklı bir stoper olan Emirhan Topçu’nun üçlünün sağ stoperi olarak oynadığını gördük. Emirhan, Beşiktaş’ın stoperleri arasında ayaklarını en iyi kullanabilen isim. Fakat Solskjaer, belli ki Paulista’nın atletizminin üçlünün kenar stoperi olmaya yetmeyeceğini düşündüğü için Emirhan’ı o bölgede kullanmaya karar verdi. Sonuç olarak hem Emirhan oradan oyun kuramadı hem de ters ayakla savunmakta da çok zorluk çekti.

Kanat beklere gelirsek… Jurasek’in hem savunmadaki zaaflarını azaltmak hem de hücumda daha fazla özgürlük bulması için geride ekstra bir savunmacının olması mantıklı görünüyordu, evet. Ters kanattaki Rashica için de benzer şeyleri söylemek mümkün. Rashica sağ önde oynadığında ondan daha fazla yaratıcılık talep ediliyor ve bu talebi çoğu zaman karşılayamıyor. Bu durum, Beşiktaş gibi teknik kalitesi sınırlı bir takımda daha da sırıtıyor. Üçlü savunmanın kanadında olmak onun için de daha iyi; çünkü bu sayede geriden alan bularak hücuma katılma şansı oluyor. Nitekim Beşiktaş’ın golü de soldan Jurasek’in genişlik verip, ters kanattan Rashica’nın bitirdiği pozisyonla geldi. Yani teoride hesaplanan şey pratikte gerçekleşmiş oldu. Fakat oyunun geneline baktığımızda, Beşiktaş’ın hücumlarına bu iki oyuncunun genişlik vermesi ve çoğunlukla son pasların bu iki oyuncunun ayağından çıkması, takımın çok sınırlı bir üretkenlikte kalmasının ana sebeplerinden biriydi.
Süper Lig’de çoğu yaşlı ve hantal takımlardan oluşan rakiplere karşı Beşiktaş, merkezden Orkun Kökçü ve Rafa Silva gibi yaratıcı ayakları sayesinde belirli bir üretkenliğe ulaşabilir. Ama Avrupa kupalarında, hem de en düşük seviyedeki turnuvanın ön eleme turunda dahi bu mümkün olamıyor. Çünkü dün akşam bir kez daha görüldü ki, İsviçre Ligi’nin sıradan bir takımına karşı bile Beşiktaş atletizm olarak cevap veremiyor. Merkezi iyi kapatan bu takımlara karşı tek bir çözüm var; kanatları etkili kullanmak. Bunu da yapamayınca, sürekli savunmadan hücuma top şişiriyorsunuz ve fizik gücünüz dönen topları almaya da yetmeyince bu rastgele hücum şekliniz rakibin kalenize hızlı bir şekilde inmesine imkân sağlıyor.

Dün gece Lausanne’ın yeteneği Beşiktaş’ı cezalandırmaya yetmemiş olabilir, ama bunu yapabilecek kabiliyette takımlar ileriki aşamalarda Beşiktaş’ın karşısına çıkacak. Beşiktaş, Lausanne’ı İstanbul’da elbette eleyebilir, elemelidir de. Ama Konferans Ligi’nde sonuna kadar gitmek isteniyorsa, ki bu bütçelerle bunu yapamamak ayıp olur, o zaman Beşiktaş’ın bundan sonra yapacağı bütün transferlerin takımın atletizm seviyesini yükseltecek oyunculardan oluşması gerekiyor. Tıpkı Wilfried Ndidi gibi. Dün gece Beşiktaş’ın orta sahasında Nijeryalı oyuncu olmasaydı, kulüp tarihinin acı verici Avrupa mağlubiyetlerinden birini daha izlememiz işten bile değildi.
Yine de kabul edelim ki, Beşiktaş bu anlamda fena bir transfer dönemi geçirmiyor. Şu ana dek yapılan transferlerin arasında 30 yaşın üstünde tek bir oyuncunun bile olmaması umut verici. Ama bir türlü aşılamayan şöhretli oyuncu transfer etme merakı ve özellikle Avrupa’da transfer döneminin bitmesinin ardından herkesin beklediği “fırsat transferleri”, ne yazık ki bir kez daha her şeyi berbat etme potansiyeline sahip.