Share This Article
Beşiktaş adına yeni sezonun yorucu, kaotik ve uç noktalarda geçeceğini tahmin etmek için kahin olmanıza hiç gerek yok. Shakhtar maçlarında gösterilen kötü performansın ve güven zedeleyen sonuçların izlerini silmek için St. Patrick maçlarını da maksimum verimlilikte değerlendiremeyen Solskjaer Beşiktaş’ının lige hızlı, tempolu, iştahlı ve ‘topu ısıran’ türden bir giriş yapması opsiyon değil, zorunluluktu. Beklediğim gibi de oldu.
Ole Gunnar Solskjaer’in Beşiktaş’ını bir bütün olarak değerlendirebilmek ve süreç içerisinde ne yönde hareket ettiğini daha iyi kavrayabilmek adına geçtiğimiz sezon Dolmabahçe’de oynanan Başakşehir maçının akıllardan çıkartmamamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü Beşiktaş’ın 2-0 kaybettiği 90 dakikada Solskjaer’i bugün bile bazı tercihlerinde şüpheye düşüren detaylar olduğunu düşünüyorum. Svensson’un stoper, Oxlade Chamberlain’in sağ bek olarak 11’de yer aldığı maçta Beşiktaş ilk 45 dakikada hatların arasında boşluk vermeyen, savunma çizgisini kendi kalesine yakın kuran bir oyun şablonuyla, topa dengeli şekilde sahip olarak maçı dengede götürmeyi başarmıştı. İkinci 45 dakika başlarken Solskjaer, önde baskı yapmanın dayanılmaz ihtişamına kapılarak, iç saha baskısına da güvenerek Beşiktaş’ı agresif şekilde öne çıkarttı ve sonuç defansta derin boşluklar bulan Yusuf Sarı’nın kişisel gösterisiyle sonuçlandı. Solskjaer o gün Beşiktaş’ın önde baskı yapamayacağını acı şekilde öğrenmişti ama kamuoyunun da bunu fark etmesini beklemeyi tercih etti.

Bugün geldiğimiz noktada Beşiktaş, topsuz oyun konusunda -Gedson Fernandes’i kaybetmiş olsa da- Wilfred Ndidi ve Tammy Abraham eklemeleriyle birlikte potansiyeli daha yüksek bir takımın temelini oluşturmuş olabilir. Ancak 35-40 metrelik alanları savunabilecek atletik savunmacılarınız ve yaş ortalaması düşük, ön alan baskısında enerji harcamaya istekli bir ön hattınız yokken rakibi 1. bölgesinden çıkartmamak için yoğun çaba sarf etmeniz, ciddi bir riski de cebinize koyuyor. Selçuk Şahin’in görece savunmacı şablonuna karşı Solskjaer ‘Büyük Takımın Oyunu’nu oynatabildiğini kanıtlayabilmek ve taraftarın beklediği ateşin fitilini yakabilmek adına, elinde Süper Lig’in yaş ortalaması en yüksek 3 takımdan biri olmasına rağmen mevcut riski almak zorundaydı ve aldı.
Sahaya 3-4-2-1 şeklinde dizilen Eyüpspor kalecisi Felipe ile birlikte 1+3 şeklinde oyun kurduğu her sekansta Beşiktaş iki kanat oyuncusunu merkeze yaklaştırarak rakip stoperlerle birebir eşleştirdi; yani Rafa ve Felipe’nin de dahil olduğu bir 4v4 sahneye çıktı. Beşiktaş’ın kanatlarını stoperlerle eşleştirme kararı da Eyüpspor’a farklı bir opsiyon ve avantaj doğurdu. Beşiktaş’ın savunma hattı atletizm konusunda Eyüpspor’un tüm hücumcularına karşı dezavantaja sahipken Beşiktaş savunmacılarının yine içgüdüsel bir reaksiyon ile ön alan baskısını destekleyemediğini ve takım boyunun uzadığını gördük. Eyüpspor’un çizgiden genişlik veren kanat bekleri Beşiktaş’ın ileriye çıkmayan ve mesafe bırakan bek oyuncularının markajına girmedikleri için çok rahat topla buluşup Beşiktaş’ın baskısını kırmayı başarabildiler. Bu eşleşme problemi Beşiktaş’ın yine de 3. bölgede kötü baskı yaptığı sonucuna ulaştırmaz; Eyüpspor’un üç stoperinin de pas başarı yüzdesi olarak %90’ı görememeleri bir ipucu olabilir. Bununla birlikte Beşiktaş, ilk yarıda ikinci yarıya göre daha fazla topu bırakıp press yapmak istese de her iki devrede de sonları getirmekte çok zorlandı. Sezon başı kampının ağır geçmesi bir açıdan kabul edilebilir bir bahane olsa da asıl problemin Beşiktaş takımının yine ön alan baskısına uygun oyunculardan kurulmuyor oluşuydu.
Sonuç ve oyun kabul edilebilir olsa da yine de eşelenecek detaylar yok değil. Mesela ben Beşiktaş’ın ilk yarıda, zorunluluktan da olsa, Joao Mario’yu sol kanatta kullanmasının böyle bir oyun planı belirlenmişken çok mantıklı bir karar olmadığını düşünenlerdenim. Beşiktaş ilk yarıda daha hız ve tempo temelli bir oyun oynamak isterken atletizmi ve geçişe uygunluğu, özellikle sol kanatta oynayan bir oyuncuya göre epey sorgulanabilecek olan Mario, pozisyonların genellikle içinde de olsa hem Beşiktaş’ın belirlediği şablona, hem de Emirhan Topçu’ya iyi eşlik edemedi. Beşiktaş’ın ilk yarıda oynadığı futbolla ikinci yarıda oynadığı futbol arasındaki dramatik değişim Joao Mario’yu daha anlamlı kılsa da ilk yarı özelindeki planda Solskjaer’in Rafa’yı sol iç koridora kaydırıp Mario’yu merkeze çekmesi direkt bir şekilde Orkun’u da rakip kaleye yaklaştıracağı için oyun gücünü daha da yukarı taşırdı.
Beşiktaş ikinci yarıda skora ihtiyaç duyduğu dakikalarda rakip yarı sahada set oyunu oynarken de kronik problemler tekrar su yüzüne çıktı; Beşiktaş’ın birebirde rakip eksiltebilecek ters ayaklı kenar oyuncuları, kenar oyuncularının bıraktığı koridorları değerlendirebilecek hücum bekleri, yedekten oyuna dahil olabilecek bir forveti ve oyun kurabilen stoperleri yok. Bu da Beşiktaş’a günü kurtarmanın ötesini şu anlık hayal ettiremiyor.

Beşiktaş’ta Solskjaer döneminin en güçlü lig performanslarından birini görmemizin yanında en önemli diğer gelişmeler Ndidi ve Taylan’ın ilk kez süre almalarıydı. Özellikle Taylan’ın oyuna dahil olduktan sonra enerjisi ve dinamizmiyle, hatta orta kalitesiyle fark yarattığı söylenebilir olsa da Ndidi özelinde kurcalanacak daha çok detay var. Beşiktaş Rafa-Orkun-Ndidi üçlüsüyle birlikte hala merkezi delinmez bir takım olduğunu hissettiremiyor; en azından bugün itibariyle. Bununla birlikte oyun kurma fazında Ndidi’nin sağ stoper noktasına kaydığı ve beklerin çizgiye bastığı dakikalarda da Beşiktaş Orkun’a kendi yarı sahasında hep ihtiyaç duydu. Rekabet seviyesi düşük maçlarda Orkun derin oyun kurucu 8 rolünü pek tabii oynayabilir ancak bu en efektif kullanımından uzaklaşmak anlamına gelir. Beşiktaş’ın rakip yarı sahada hazırlayıcı bir ismi yokken Orkun’u rakip kaleye yaklaştırma isteği, çok uzak olmayan bir gelecekte Demir Ege’ye ilk 11’in kapılarını açacak gibi hissediyorum. Beşiktaş’ın 3 merkezli bir kurguda Ndidi’nin yanına defansif bir oyuncu daha eklemesi ve Rafa’yı kenar forvetleştirmesi birçok problemi kağıt üzerinde çözmeye dair hala ışık veriyor.
Beşiktaş adına belli periyotlarda fiziksel tükenişin getirdiği kopukluklar olsa adına güçlü bir oyundu. 3 puan gelmeseydi bu efora yazık olurdu. Solskjaer bugün itibariyle, kredi kazanabilmek için ‘ön alan baskısı’ dedi ama kafasındaki soru işaretlerinin hala temizlendiğini düşünmüyorum. Bunu temizlemenin tek yolu transfer.