Share This Article
Ole Gunnar Solskjaer döneminde Beşiktaş’ın futboluna dair medya ve taraftarlardan en çok duyduğumuz eleştiri, siyah-beyazlıların “büyük takım futbolu” oynamadığıydı. Burada büyük takım futbolu olarak söylenmek istenen başlıca şey, topa sahip olmak. Elbette Solskjaer bu tarz bir futbolun ustası sayılmazdı. Ancak ısrarla görmezden gelinen şuydu ki, Beşiktaş da böyle bir futbol oynamak için yeterli teknik kaliteye sahip bir takım değildi.
Solskjaer’den sonra yeniden göreve getirilen Sergen Yalçın’dan saha içine dair ilk beklenti, Beşiktaş’a topu domine eden bir futbol oynatmasıydı. Yani, bir büyük takım gibi. Fakat Yalçın’ın ilk beş maçında bu beklentinin tam tersi gerçekleşti. Kaybedilen iki maçtan Alanyaspor karşısında Beşiktaş’ın topa sahip olma yüzdesi %64’ken, Göztepe karşısında bu oran %70’e kadar çıkmıştı. İki maçta da siyah-beyazlılar hücumda üretkenlikten çok uzak kalıp gol bulamazken, kendi kalesinde çok sayıda pozisyon vermiş ve toplam beş gol görmüştü.
Kazanılan üç maçtaysa bu defa roller farklıydı. Başakşehir maçında %53, Kayserispor maçında %49, Kocaelispor maçındaysa %43 topa sahip olma oranlarıyla oynadı Beşiktaş. Elbette bunda erken atılan ya da yenilen gollerin doğrudan etkisi var. Göztepe maçında ilk yirmi dakikada 2-0 öne geçen taraf Beşiktaş olsaydı ya da dün akşam ilk on dakikada 2-0’ı bulan konuk ekip olsaydı, bu topa sahip olma yüzdeleri de tam tersi olurdu.
Burada daha çok üzerinde durulması gereken maç ise Başakşehir maçı. 70. dakikaya kadar skorda dengenin bozulmadığı, Beşiktaş’ın önce geri düşüp, ardından 90+1’de bulduğu galibiyet golüyle geri döndüğü o maçta siyah-beyazlıların topa sahip olma oranının %53’te kalması, Beşiktaş’ın topla münasebetine dair daha çok şey anlatıyor.
Her ne kadar Sergen Yalçın, dün akşam maçtan sonra yaptığı açıklamasında, 2-0’dan sonra oynadıkları futbolu beğenmediğini belirterek, “Aslında böyle bir oyun oynamamamız gerekiyordu. Bir koruma mekanizması devreye girdi,” dese de, Yalçın’ın önceki Beşiktaş döneminden de onun net bir topa sahip olma hocası olmadığını biliyoruz. Belki takımının dün akşamki kadar radikal bir şekilde toptan uzaklaşmasını istemiyor olabilir, ama ilk yirmi dakikada iki farklı üstünlüğü yakaladıktan sonra takımından %60-%70’leri zorlayan bir top hâkimiyeti bekleyecek kadar takıntılı bir mülkiyetçi de değil.
Peki Sergen Yalçın’ın bu dönemde Beşiktaş’ta yarattığı en büyük fark ne oldu? Elbette pres konusunda. Solskjaer döneminde en büyük sorunlardan biri, geri dörtlünün çok fazla öne çıkamaması, bu yüzden iç sahadaki zayıf rakiplere karşı bile şiddetli bir ön alan presi göremememizdi. Takımın pres yapmaya çalıştığı anlarda da savunma hattının çok fazla geride kalması nedeniyle savunma ve orta blok arasında çok geniş boşluklar oluyor ve rakip takımlar presi kırdıkları anda o boşlukları çok rahat geçebiliyordu.
Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ın oyununda en net olarak müdahale ettiği alan da tam olarak bu oldu. Stoperlerin ne olursa olsun öne çıkması ve rakip hücumcuları orta saha çizgisinde karşılaması, siyah-beyazlıların önde daha fazla top kazanabilmesini ve bu sayede rakip savunmaları daha hazırlıksız yakalayabilmesini sağladı. Dün akşam ilk iki gol de bu şekilde geldi. Kazanılan Kayserispor ve Başakşehir maçlarında da durum farklı değildi.
Yalçın’ın dün akşam özelinde 2-0’dan sonraki en büyük rahatsızlığı da, topa çok fazla sahip olunamamasından ziyade, Beşiktaş’a karşı mecburen topla baskı kurmak zorunda kalan Kocaelispor’a karşı daha fazla alan bulunabilecekken bu alanların değerlendirilememesi olsa gerek.
Bu haftaki Galatasaray derbisi, eğer ev sahibinin çok erken bir golüne sahne olmazsa, bu anlamda tam da Beşiktaş’ın istediği gibi bir maç olabilir. Hele ki Orkun ve Rafa, biraz daha birbirine ve rakip kaleye yaklaştırılabilirse…