Share This Article
Bu sene ikinci defa maç yazısı yazmak için klavyenin başına geçişim bu, ve maalesef bir önceki yazıda olduğu gibi gene saha içine dair manalı yahut özgün maksimum iki paragraflık materyal var elimde. İyi yahut kötü denemeyecek bir oyunla en azından arzu edilen sonuca ulaşmak üzereyken 2 dakikada krize sürüklenebilen bir camia olma konusunda Beşiktaş doktora yapmayı geçtim, ordinaryüs profesörlüğünü almış durumda. İşin trajik yönü, camianın Sergen Yalçın’a sarılmasının sebebi -teknik direktör değişikliğini manalı bulmayan benim de dahil olduğum taraftar grubu için de züğürt tesellisiydi bu- tam da bu kırılganlık havasını söküp atacak, astığı astık kestiği kestik bir hoca olacağı umuduyken, son iki maçta iki büyük ve telafisi olmayan hayal kırıklıkları yaşandı. Ekim ayı itibariyle Cadılar Bayramı vesilesiyle sinemalara bir sürü korku filmi düşer, Beşiktaş taraftarı da bu mevsimde dört senedir “erken sezon kapanışı” isimli korku filmini izliyor, ve de adet olduğu gibi her çıkan devam filminde kötü adam daha da saçma bir şekilde avlıyor taraftarı.
Aynı nakarat, hep aynı aynı
Adet yerini bulsun, önce saha içine bakalım: Beşiktaş, ilk 11’de üç değişiklikle sahaya çıktı: Sol bekte Rıdvan, sağ tarafta Cengiz, ve de her ne kadar ilk 11’deki yeri değişmese de mevkisi değişmiş Cerny. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde üç oyuncu da ilk yarı boyunca bocaladı ve takım arkadaşlarıyla uyumsuz bir hava sergiledi. Bu sancı, Orkun-Ndidi ikili orta saha kurgusunun rakip tarafından kolay sıkıştırılabilmesiyle birleşince Beşiktaş’ın durgun oyunda üretim kısırlığı devam etti. (Bu Orkun veya Ndidi kötü oynadı demek değil. Ndidi iyi bir kesici, Orkun ise Oğuzhan’dan sonra aradığımız özelliklerin fazlasına sahip bir maestro, fakat Ndidi’nin oyunu ileri taşıma konusunda isteksiz olması, orta sahada nicel eksiklik olunca takımı Orkun’un ikinci bölgeden bireysel inisiyatifle denediği ara paslara bağımlı yapıyor zira onun alternatifi diğer oyuncuların top gevelemesi yahut kaleciden/stoperden vurulan toplar oluyor. Orkun ile Rafa geçiş harici bir formül bulabilirler mi, göreceğiz.) Ön alanda adam adama başlayan fakat gittikçe seyrekleşen baskı top kazandırdığı sürece Beşiktaş o mitolojik “büyük takım” görüntüsünü verebildi, fakat beklenmedik -kime göre, neye göre beklenmedik?- bir şekilde önceki maçlara kıyasla o enstantaneler çok azdı.
Bu veriler ışığında, şaşırtıcı olmayan bir şekilde Beşiktaş’ın ilk heyecan veren atağı, 6. Dakikada Rafa Silva önderliğinde o çok lanetlenen ve hor görülen geçiş oyunundan geldi, Rafa’nın ve Orkun’un Cengiz’i kaçırma çabaları bir şeyler yarattı, ikinci yarıda da takım gene golü Orkun-Rafa-Cengiz bağlantılı bir hızlı hücumdan buldu. Sonrası klasik bir “milli takım arasından dönülen hafta maçı” tadında, Beşiktaş’ın nispeten kontrolünde ve izleyenleri uyutacak bir baygınlıkta ilerlerken takımın dengesini bozan iki oyuncu değişikliği sonrası bir şok yaşandı. Takım Mustafa forvet mi, Rafa mı ileride, Jota’nın adamı kim, sol kanada kim bakıyoru çözmeye çalışırken Steagal Roşu felaketine nazire yaptı. Esas umut kırıcı şey ise yenilen gollerden ziyade, takımın 1-2’ye veremediği tepki idi. Ben böyle bir çaresiz görüntüyü -gene yazısını yazdığım- Lozan maçından hatırlıyorum: O maçta en azından yedek kulübesinde kimse yoktu ve takım 10 kişi kalmıştı, bu maçtaki ruhsuzluğu neye bağlarız, nasıl çözeriz hiçbir fikrim yok. Daha doğrusu fikrim var da, umudum yok.
Gerçeklerden kopuş
İşte burada mecburen saha dışına çıkıyoruz: Beşiktaş camiası çok ciddi bir çöküş içerisinde. 21. yüzyılın kanayan yaraları olan hızlı yaşama, olaylara ani tepki verme, dikkat dağınıklığı, sosyal medyada negatifliğin daha çok hit alması vs. Beşiktaş özelinde hemofiliye dönüşmüş durumda. Durmuyor kanama, ve duracak gibi de değil. Beşiktaş taraftarı senelerdir “önde basan takım” istiyor, bu oyunu her hoca isterse iki haftada çat çat öğretir beklentisi içinde ve bu oyun her şeyi çözecek sanıyor. Takım bu oyunu oynamayınca hocalara mana buluyor: Gio korkak, Ole Norveç somonu… Sergen Yalçın Başakşehir maçını kazanınca -ki o maçtaki oyun Ole’nin son lig maçı olan ve gene tefe konan Eyüpspor maçındaki oyuna bir hayli benziyordu- “işte o dokunuş geldi, hoca gördük, yeniden başlıyoruz” yükselişinin de gerçeklerden kopuk olduğunu acı bir şekilde tecrübe etmeye devam ediyoruz: Beşiktaş sadece geçiş hücumundan gol atabiliyor. Sergen Yalçın’a da geçişçi, korkak falan gibi ithamlar yapılamayacağına göre, Beşiktaş taraftarının artık “yahu takımın başına gelen her hoca 5-6 haftada aynı oyuna dönüyorsa bu işte bir iş var ve biz bu kadronun gerçeklerine bu hocalardan daha hakim değiliz galiba” yüzleşmesini yaşaması gerekiyor. Tabii bir diğer alternatif olarak Şenol Güneş seslerini de yükseltebiliriz, neden olmasın, korku filmi gişe yapmaya devam ediyorsa beşincisi de çekilir, on beşincisi de.
Hata başkasının, başarı benim
Tabii iş gerçeklerle yüzleşip beklentileri ayarlamakla bitmiyor: Tedavi için uzun vadeli bir plana sadık kalma ve de planı uygulayacak insanlara alan açmak gerekli. Beşiktaş gibi sürekli yönetim yahut teknik heyet değiştiren bir camiada böyle bir şey tabii ki mümkün değil: Her yeni yönetim, bir önceki yönetimden nasıl bir enkaz kaldığını anlatıyor. İşin trajikomik yani, hepsi haklı, zira hepsi aynı hataları tekrar tekrar yapıyor. Beşiktaş’ın kurtuluşu, Fenerbahçe ve Galatasaray’a harcama rakamıyla yetişmekten geçmiyor. Beşiktaş’ın kurtuluşu, bir “futbol aklı”nı hakim kılmaktan geçiyor. Bu aklın, iki sene boyunca doğru ya da yanlış bir şeyler denemesi, camianın bundan yola çıkarak “hah, demek ki böyle olmuyormuş ve artık bunu yapmayalım” yahut “tamam ya yol buymuş, bundan sapmayalım” demesi ve bazı defterleri kapaması elzem.
Sadece afaki konuşmayayım, somut örnek vereyim: Beşiktaş, Mayıs ayında Svensson’un artık sağ beki olmayacağına karar verdi ve oyuncuyla bağlarını koparma yoluna girdi. Karavana atılan birkaç denemeden sonra Taylan Bulut’a ciddi bir yatırım yapıldı, kendisi de fena performans vermedi. Sonra yeni bir teknik direktör geldi ve kendi sağ bekini aldı. Taylan Bulut ise transfer döneminin son dakikasına kadar postalanmaya çalışılan Svensson’un arkasına düştü, bugün maç kadrosuna dahi alınmadı. Bunun sebebinin Taylan maazallah oyuna girmek zorunda kalır ve Gökhan Sazdağı’ndan daha iyi oynarsa endişesi olmadığını kim savunabilir? Böyle bir ortamdan nasıl bir olumlu sonuç çıkabilir? Daha da fenası, basın toplantısında bu soruya agresif ve alıngan cevap veren bir teknik direktörün bu konuda özeleştiri verip gerekeni yapacağına ve kadro adaleti sağlayacağına dair bir güven oluşabilir mi?
Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi
Gene de sezonu erken kapatmak bir fırsat olabilir. Beşiktaş’ın artık bir sıfır noktası belirlemesi gerekiyor. Her gelen hoca/teknik heyet kendi transferlerini yapmak istiyorsa, Beşiktaş’ın sekiz ayda bir hoca değiştirip kadroyu allak bullak etmemesi gerekiyor. Yok, yönetimler illa hoca değiştirerek kendilerine bir kalkan yaratma sevdasında olacaksa da o hocaların üstünde olacak bir futbol aklı tayin edip o hiyerarşiye saygı duyacak teknik direktörlere gitmesi gerekiyor. Taraftarın da isimlere adanmışlığını, pasaport takıntısını ve sosyal medyadaki/Youtube’daki cazgırların laflarını dinleme aşkını bırakıp bir süre “ya kazanalım kaybedelim fark etmez, Feda dönemindeki gibi heyecan duyalım yeter” basitliğine tav olması pastanın üstündeki çilek olur. Ama önce yönetimin “biz çok güzel bir pasta yapacağız” diye 30+ yıllık marka un, üç farklı tip şeker, bıldırcın yumurtası falan almayı bırakması şart. Pastanenin kapısına zincir vuracağımız günler beklenenden de yakın olabilir zira.